İbrahim AÇILAN
Yazı-Yorum
ÇANAKKALE RUHU
İki kelime. Nedir şehitlik ? Kim için ne anlam ifade eder? Bazıları için son olan ölümü nasıl dostla kavuşmaya, kimilerinin korktukları kara toprağı gül bahçesine çeviriverir ? Şehitlik kelimesine baktığımızda vatan, millet, bayrak, hürriyet, din ve vazife uğrunda severek can verebilme anlamını taşıdığını görürüz. Milletimizin özünde var olan vatan, millet ve hürriyet sevgisi, İslâmiyetin kabulünden sonra inancın getirdiği şehitlik kavramı ile taçlandırılınca bir başka anlam kazanıverir Türk’ün gözünde. İnancımız şehitlerin ölmediklerini, bizim bilemeyeceğimiz diriler olduklarını söyler. Yine inancımız şehitlere peygamberlikten sonraki en yüce mertebeyi ve yakınlara şefaat etme hakkını verir. Özde bulunan özellikler ve inancın vaad ettiği yücelikler şehitliği gözümüzde özlenen en yüce mertebe yapar.
En güçlü insan, ölümü öldüren insandır. Ölümü arzulayan , onu şeref bilen bir milletin aşamayacağı hiçbir engel yoktur. Alp Arslan’ın Malazgirt Savaşı’na beyaz bir elbise ile başlaması, I. Murat’ın Kosova Savaşından önce şehitlik için dua etmesi, Fatih’in Macar kralına “Benim askerim, senin askerinin yaşamayı sevmesinden daha çok ölümü sever” cevabı tarihî zaferlerimizin sırrını açıkça ortaya koymaktadır.
Türk’ün vatan, millet, hürriyet sevgisinin ve şehitlik hasretinin en güzel örneklerinin verildiği yerlerin biri de şüphesiz ki Çanakkale’dir. Nedir Çanakkale ? Ne bir coğrafya, ne bir savaş, ne de bir tarih sayfası. O, bir milletin, dünyanın en rezil, en hayasızca saldırıları karşısında kanıyla, canıyla, ruhuyla yazdığı bir şeref destanı, tek dişi kalmış canavarın suratında patlayan bir inanç sillesidir. O, öyle bir silledir ki, acısı halâ unutulmamış, öcünü almak için yapılan rezilce planların ardı arkası halâ kesilmemiştir. Yok oldu, öldü denilen bir milletin yazdığı bu şeref destanının sebebini araştırdığımızda karşımıza manevi değerler, inançlar çıkar. Bir de almamız gereken dersler. Çanakkale’den anlatacağımız birkaç küçük örnek bize koskoca bir milletin can verme sırrına nasıl erdiğini çok güzel yansıtır. Mustafa Kemâl ön siperdekilerin iki dakika içinde öldükleri bir savaşta, ikinci siperdekilere “ Ön sipere, marş.” Emrini verir.Ve yine kendi anlatımıyla “Olanların ellerindeki Kur’an – ı Kerîm’leri okuyarak, olmayanların dua ederek, hiç bilmeyenlerin ise şahadet getirerek “ iki dakika içinde ölmeye koşa koşa gittiklerini görür. Bir Kınalı Ali’si vardır Çanakkale’nin. Cepheye geldiğinde saçındaki kınayı görür kumandanı. Sebebini sorar “Bilmem” der Ali.”Gelirken anam yaktı.” Kumandanı annesinden mektupla sebebini sormasını ister. Mektup yazılır, cevap gelene kadar Ali on binlerce şehitten birisi olur. Mektubu kumandanı okur. Cevap, can verme sırrının en yalın anlatımıdır. “ Oğul” der. “Bizde üç şeye kına yakılır. Koça kına yakılır, Allah’a kurban olsun diye. Geline kına yakılır, evine, çocuklarına kurban olsun diye. Askere kına yakılır, vatana kurban olsun diye. Kardeşini de kınaladım, yanına gönderiyorum.” Bir sabah kanlı bir hücumdan sonra cepheyi gezen kumandanlar çalı diplerine atılmış iç çamaşırları görürler. Sorarlar sebebini hücuma katılan askerlerden birine. Cevap gözleri yaşartır. “Kumandanım” der. “Biz bu sabahki hücuma şehit olmak için katıldık. Su olmadığı için çamaşırlarımızı yıkayamıyorduk. Allah’ın huzuruna kirli çamaşırlarla çıkmaya utandığımız için çamaşırlarımızı çıkardık attık.”
Bu inancı taşıyan bir orduya, bir millete hangi güç boyun eğdirebilir ki? İkiyüz yetmiş kiloluk mermileri beş defa sırtlayıp beş basamaklı topa çıkaran, İngiliz donanmasının bel kemiğini kıran Seyid’e bu gücü veren vatan sevgisi ve şehit olma arzusu değil midir?
“Doğruları söylemekten çekinmeyiniz.” ve “Tarih yazmak , en az tarih yapmak kadar önemlidir” diyor Atatürk. Çanakkale’de yaşanan bazı olay ve gerçeklerin vicdanları sızlattığını da söylemeden geçemeyeceğim. Çanakkale’nin sembollerinden biri olmuş Koca Seyyid’in ömrünün son günlerini komşularının yardımı ile geçirdiğini bilmek bağlayıveriyor dilimi. Çanakkale şehitliklerini gezerseniz Akif’in “ Kimi yamyam, kimi Hindu, kimi bilmem ne bela” dediği işgalcilerin düzenli, pırıl pırıl mezarlarda yattıklarını, bizim “En az Bedr’in arslanları kadar şanlı” Mehmetçiklerimizin mezarlarının bakımsızlığını görmek, yürek parçalıyor. Onlar ,izden hiçbir şey istemediler. Fakat onların değerini bilmek bizim boyun borcumuz değil mi? UNUTMAYALIM Kİ KAHRAMANLARINA SAHİP ÇIKMAYAN MİLLETLER, KAHRAMANLAR YETİŞTİREN DÜŞÜNCEYİ DE YOK ETMİŞ OLURLAR.
Birkaç yıl önce güney doğuda alçakça şehit edilen bir Mehmetçiğin tabutu başında babası dikiliyordu herkesten metin, herkesten gururlu. Dudaklarından Türk Milletinin şehitlik düşünceleri dökülüverdi. “BEŞ OĞLUM DAHA VAR. ONLAR DA FEDA OLSUN VATAN İÇİN.”
Ey dünün aziz şehitlerinin torunları, ey aynı kutlu davayı savunurken düşen şehitlerimiz. Erdinçler, Şenollar, Serhatlar, Recepler, Atanurlar ...
Rahat uyuyun . Bu millet sizi asla unutmayacak.
Binlerce yıllık Türk tarihinin sayısız şehitlerini birkaç kelime ile anlatabilmek ne mümkün. Sadece boşa can vermediklerini, yükselttikleri, kanlarıyla renklendirdikleri bayrağın inmeyeceğini en mukaddes değerler uğruna yemin ederek söylüyor, manevi huzurlarında saygıyla eğiliyorum.
EY ŞEHİD OĞLU ŞEHİD , İSTEME BENDEN MAKBER,
SANA AĞUŞUNU AÇMIŞ, DURUYOR YÜCE PEYGAMBER...
#