Batının Çatışmacı zihniyeti
Batının geliştirdiği uygarlığın kendi dışındakilerle kurduğu ilişkinin tamamen çatışma üzerinde temellendirilmesinin kaynaklarını tesbit edebilmek, uzun bir zaman gerektirecek düşünce arkeolojisi çalışmasını gerekli kılmaktadir. Zira bu çatışmacı geleneğin arkasında yatan sebepleri iyice kavramak için batının inanç öğretilerini de şekillendiren kültürel sembollerinin deşifre edilmesi gerekmektedir. İster tarihi gelenek içinde olsun isterse yaşamakta olduğumuz çağda olsun-farketmez- bu zihin kendi dışındakileri ya kendine benzetmek yahutta tamamen imha etmek üzerine kurgulanmış bir zihindir. Bunun en temel felsefi temellerinden birisi de hakikat tekelciliğine soyunmak olmuştur. Bunun yanısıra Tanrı tekelciliği, kurtuluş ve cennet tekelciliği de batının kullandığı en önemli referanslar olarak tebarüz etmiştir. Batı uygarlığı adına aydınlanma adını verdikleri dönemden itibaren de tıpkı öncesinde olduğu gibi dünyay’yı homojen bir yapıya dönüştürme hevesinden asla vazgeçmemiştir.18 yy sonlarına kadar devam eden kolonyalizm sürecinin ardından da batı dışı toplumlara tepeden bakma alışkanlığı devam etmiş; diğer toplumların oluşturdukları kültürleri sosyolojik bir araştırma konusu olarak bile görmemiş ve onları bir anlamda aşağılamak niyetiyle etnolojinin konusu haline getirip incelemeye tabi tutmuştur. Zira batı, başka toplumların kendilerini izlemekten başkaca bir çıkar yollarının bulunmadığı kesin hakikati ile hareket etmişti. Tanrı’yı millileştiren yahudi gelenek ile Tanrı’yı İsa’nın bedenine indirgeyen mantık sonuçta hakikatin tek belirleyicisinin kendisi olduğu hükmüne varmıştır. Batı kendisini tamamen ayrı bir kategoride görürken diğer medeniyetleri alt kategori olarak değerlendirmeyi küstah bir şekilde devam ettirmektedir. Zira bu büyüklenme tavrı batının genetik kodlarına kadar işlemiş durumdadır. Sosyolojide meşhur bir kullanımı olan merkez-çevre kavramları uyarınca kendilerini mertkeze diğer kalanların hepsini de çevre yani taşra’ya mahkum etmişlerdir. Bu durumda taşralı olanların barbar olması da elbette ki kaçınılmaz bir sonuç olarak ortaya çıkacaktı. Evet batının dışında kalan herkes, her toplum, her kültür batılıya göre barbar idi.
Batılıya göre kendi kurgulamış oldukları yaşam tarzı insanlığın ulaşabileceği zirve noktadır. ( Zirveye bak pes doğrusu!) Bütün hayat biçimleri farklılıklar taşısa bile sonuçta bu yaşam biçimine evrilecektir. Yani batı demek istiyor ki, bütün yollar Roma’ya çıkar ama Roma bir tanedir. Yani bu küstah tavır aslında Tanrı benim demenin bir başka yoludur. Bu tekelci zihniyetin tarihin sayfalarını kan lekeleriyle doldurduğunu söylemeye bile hâcet yok.
Batının din alanında inşa ettiği tekelci zihniyet insanlığa çok pahalıya mal olmuştur. Düşünün bir kere tarihi Hz. İsa ile başlatma; öncesini onun gelişinin hazırlığı, sonrasını ise onun izini takip edenlerin tarihine indirgeme mantığı bile batılının tarih felsefesi bakımından ne kadar barbar ve küstah olduğunu anlatmaya yeterlidir. Üstelik batı tarih içinde yaptığı bütün katliam ve cinayetler için hep bu kılıfı kullanmış ve -Tanrı böyle istiyor- diyerek cinayetlerini meşrulaştırma gayretine soyunmuştur. Tarihin gördüğü en büyük katliamlar olarak bilinen Haçlı Seferleri sırasında savaşların kaydını tutmakta olan eserlerin ;“ Tanrının Frenklerin Eliyle Yaptığı İşler“ olarak adlandırılmış olması bu tekelci zihniyeti yeterince yansıtmaktadır.
Bu tekelci zihnin en önemli argümanlarından biri de felsefi tekelcilik olmuştur. Bunun en önemli savunucularından biri de F. Hegel’dir. Hegel’in Geist ( Ruh) felsefesi buna en iyi örnektir. Bu felsefeye göre, âlemin ruhu olarak tanımlanan Tanrı’nın iş yapabilmesi için eli, ayağı olarak kullanacağı bir millete ihtiyacı vardır. Hegel bu milletin Cermen ırkına mensup bir millet olduğunu söylemektedir. Tanrı’yı tekeline alan bu söylem sonucunda üretilmiş bulunan Hitler insanlık tarihinin karanlık sayfalarına ilâve yapmanın ötesinde bir iş yapmamıştır.
Modernizmi üreten aydınlanmacı akıl, sözde bilim yoluyla evreni keşfedecek, mitolojik algı ve inanışları yok edip aklın hakimiyetini tüm dünya’ya benimsetecekti. Ancak bu modern kurtarıcı postulası insanlığı kaosa sürüklemekten başka bir işe yaramadı. Yani modernite aslında tam bir fiyasko ile sonuçlandı.
Bir sonraki yazımızda modernizmin dayatmaları insanlığın kaderi midir sorusuna cevap aramaya çalışacağız. Ancak şimdiden bir özeleştiri yapıp bir hakikati dile getirerek bu yazımızı sonlandırmak istiyorum.
„ Batı yanlışlar üzerinde tepinirken Doğu ( Müslümanlar) doğrular üzerinde uyuyor.
Uyanmak ümidiyle.