Nil Nehri ve İskenderiye
Murat DUMAN
Çöl sessizliği ile güne başlayan Kahire’de insanlar rızıklarının peşinden koşarlarken Nil Nehri de onlara cömertçe kucak açar ve her sabah bir manada ekmek dağıtmaya başlar. Tarihi şehri boydan boya geçen ve âdeta Mısırlıların damarlarına akan bu bereketli nehirde günün ilk saatlerinden itibaren balıkçık tekneleri ve yolcu tekneleri belirir.
Dünyanın en uzun nehirlerinden biri olan Nil, sadece Kahire’nin ortasından geçmekle kalmaz; Mısır’ın da boydan boya ortasından geçer ve halka hem yaşam hem geçim kaynağı sağlar. İnsan, Tales’in “Bütün hayatın ve canlıların başlangıcı sudur.” sözünü çöle hayat veren Nil Nehri üzerinde gezerken daha iyi anlamaktadır. Nil Nehri geçtiği her yere âdeta hayat üflemekte, etrafına yemyeşil ve ılık bir nefes salmakta. Bir Mısırlıya göre ülkesi önce Nil Nehri demektir; zira Nil asırlardan bu yana Mısırlılar için hayat iksiridir, vazgeçilmezdir. Geniş topraklara sahip Mısır’da hayat Nil etrafında dönmekte; geçim kaynakları, zevkler ve inançlar bir noktada Nil ile çakışmaktadır.
Nil Nehri, başlangıcı Victoria Gölü olmak üzere 6390 km uzunluğundadır. Eğer bu göle dökülen Kagera Nehri’nin kaynağı başlangıç kabul edilirse, Nil’in toplam uzunluğu 6671 km olmaktadır. Dünyadaki nehirler arasında, kolları hesaba katılmaksızın, en uzun olanı Nil Nehri’dir. Mısır’ı boydan boya geçerek Kahire’ye ulaşan ve buradan itibaren kollara ayrılan Nil, geniş bir delta yaparak İskenderiye üzerinden Akdeniz’e ulaşmaktadır. Mısır’ın en verimli toprakları Nil’in geniş kollara ayrıldığı ve büyük bir delta yaparak Akdeniz’e ulaştığı, yemyeşil ve verimli havza meydana getirdiği bu bölgede yer almaktadır.
İskenderiye, 2000 yılı aşkın bir süredir bilhassa deniz ticaretinde sadece Mısır’ın değil, Güney Asya ve Uzakdoğu ile Akdeniz ve Batı dünyasının odaklandığı bir liman şehridir. Küçük bir balıkçı köyünün bulunduğu koyda M.Ö. 332’de Büyük İskender’in emri ile kurulan şehir, bu tarihten itibaren gelişimini devam ettirmiştir. Burada Helen kültürünün, sanatının ve mimarisinin izlerinin dışında, çeşitli tapınaklar, İskenderiye Kütüphanesi, Felsefe Okulu ve liman tesisleri kurulmuştur. Böylece Helenistik dünyanın en önemli ticaret, edebiyat, kültür ve sanat merkezi hâline gelen İskenderiye, M.Ö. 30’da Roma İmparatorluğu’nun hâkimiyeti altına girmiş ve Mısır eyaletinin merkezi olmuştur. Roma İmparatoru Augustus’un Mısır’ı şahsî mülkü ilân etmesiyle İskenderiye, Mısır ve Afrika ürünlerinin ihraç edildiği, depolandığı ayrıcalıklı bir statüye kavuşmuştur.
Roma İmparatorluğu’nun ikiye ayrılmasından sonra Bizans Devleti’nin sınırları içinde kalan İskenderiye, 7. yüzyılda Müslüman Araplar tarafından fethedilmiş ve takip eden yıllarda Mısır’da hüküm süren İslâm devletlerinin önemli bir ticaret limanı ve deniz üssü olmuştur. Ortaçağ boyunca Venedik ve Cenova gibi Latin Cumhuriyetlerinin Doğu Akdeniz’de ticaret yaptıkları önemli bir üs hâline gelen, Hindistan ve Avrupa arasındaki ticarette köprü vazifesi gören İskenderiye, 1517 yılında Mısır’la birlikte Osmanlı Devleti hâkimiyeti altına girmiştir.
İskenderiye, 1798 yılında Napolyon komutasındaki Fransız kuvvetleri tarafından işgal edilmiş ve bu işgalden büyük zarar görerek nüfusu yedi binlere kadar düşmüştür. 1801 yılında İngilizler ve Osmanlılar tarafından geri alınan şehirde Kavalalı Mehmed Ali Paşa döneminde büyük imar faaliyetleri başlatılmış; şehri koruyan surlar yeniden inşâ edilmiştir. 1819 yılında Mahmudiye Kanalı açılmış; Tophane, Tersane ve Res El-Din Sarayı inşâ edilmiştir. 19. yüzyıl içinde Süveyş Kanalı’nın açılması sonrasında büyük önem kazanan İskenderiye, Mısır’ı elde etmek isteyen İngilizler tarafından 11 Temmuz 1882 tarihinde topa tutulmuş ve sonrasında yağmalanarak işgal edilmiştir. I. Dünya Savası sonunda Osmanlı hâkimiyetinden çıkan şehir, İngilizlerin deniz üssü hâline gelmiştir.
1922 yılında tam bağımsız bir devlet hâline gelen Mısır’ın en büyük ikinci şehri olan İskenderiye’nin, liman tesislerinde, antrepolarında yoğun bir deniz ticareti yaşanmaktadır. Bilhassa sahil kesiminde modern mimaride yapılaşma yoğun bir şekilde yer almaktadır. Pek çok camiye, saraya, anıt ve parka ev sahipliği yapan İskenderiye, oldukça canlı ve renkli bir şehir olmasının yanında petrol, dokuma, gıda, otomotiv sanayi gibi sahalarda Mısır’ın en önemli şehirlerindendir. Eski çağlarda dünyanın yedi harikasından biri olan meşhur feneri ve o dönemin zamanının en büyük kütüphanesiyle tanınan İskenderiye, turizm açısından da bugün Mısır’ın önemli şehirlerden biridir. Mısır’ın son Kraliçesi Kleopatra’nın sarayı da İskenderiye’de bulunmaktadır. İskenderiye Körfezi’nde yapılan su altı araştırmaları neticesinde bu sarayın bazı kalıntıları su yüzüne çıkarılmıştır. İskenderiye Feneri’nin bulunduğu yere Memlük Sultanı Kayıtbay döneminde bir kale inşâ edilmiştir. Rivayetlere göre bu kalenin inşasında eski fenerin taşları da kullanılmıştır.
Hâlihazırda çevresiyle birlikte 8 milyon civarında bir nüfusa sahip bulunan İskenderiye, hem eski Yunan kültürünün hem de Akdeniz kültürünün izlerini taşıyan ve Mısır’ın modern yüzünü temsil eden bir şehirdir. Şehir zamanla deniz kıyısından sahraya doğru genişlemiş ve çöllük alanlar yerleşime açılmıştır. Hiç şüphesiz şehrin en gözde mekânları arasında ilk sırayı yüksek binalarla sahil yolu yani korniş almaktadır. Hıristiyanların yanında az da olsa Yahudi burada yaşamaktadır.
İskenderiye’de görülecek yerler arasında Hidiv ailesinin son ferdi Kral Faruk’un ikamet ettiği saray ve kraliyet ailesinin kullandığı Münteza Parkı, İskenderiye Kütüphanesi, Ebu’l Abbas el Mursi Camii ve Efendimiz’e (s.a.v.) yazdığı Kaside-i Bürde adlı şiirle gönüllere taht kuran büyük İslâm şairi İmam Busayri Hazretleri’nin türbesi zikredilebilir. Ebu’l Abbas el Mursi Camii 13. yüzyıl Endülüs sufilerinin önde gelenlerinden meşhur Ahmed Ebu’l Abbas el Mursi’nin türbesi üzerine 1775’de dört kubbesi ve yüksek minaresiyle imar edilmiştir.
Büyük İskender sonrasında İskenderiye’de onun kumandanlarından Lagus’un hanedanı tarafından varlığı üç asır devam ettiren krallık döneminde şehir çok önemli ilmi çalışmalara ev sahipliği yapmıştır. O dönemin en önemli başkenti hâline gelen İskenderiye’de müze ve buna bağlı bir kütüphane kurulmuştur. Müzeye o devirde bilinen bütün ülkelerdeki hayvan ve bitkilerin bir örneği konulmuş; ayrıca botanik bahçesi ve bir rasathane kurulmuştur. Otopsi yoluyla insan vücudunun incelenmesi için bir anatomi salonu açılmıştır. Bu bilim sitesinde fizik, kimya, tıp, astronomi, matematik, felsefe, edebiyat ve fizyoloji bilginleri için evler yapılmıştır.
Müzenin en önemli bölümünü kütüphane meydana getirmiştir. Kütüphanenin müdürü, bulabileceği her yazılı eseri alma yetkisine sahip kılınmış ve ayrıca Mısır’a giren her kitabın bu kütüphaneye getirilmesi mecburi tutulmuştur. Kitabın burada bir nüshası çıkarılıp sahibine verilmiş, kitabın aslı kütüphanede kalmıştır. Bir taraftan da yurt dışına gönderilen memurlar, başka ülkelerde buldukları kitapları satın alıp getirmişlerdir. Böylece, o zamana kadar birçok bilime ait dağınık halde ve kaybolmaya mahkûm durumda olan eserler bir yerde toplanmıştır.
Tarihçiler arasında kabul edilen genel kanı bu tarihi kütüphanenin, çıkan çeşitli fanatik görüşler nedeniyle, antik Pagan tapınakları ve yapıların imhası sırasında fanatik Hıristiyanlar tarafından yakıldığı yönündedir. Bu acı hâdise sonrasında İskenderiye Kütüphanesi’ndeki bütün eserler şehrin hamamlarına dağıtılarak yaktırılmış ve böylece insanlık tarihinin önemli bir bilim ve kültür hazinesi yok olmuştur. Yakılan İskenderiye Kütüphanesi’nin bulunduğu alanda asırlar sonra duvarları granitten Yeni İskenderiye Kütüphanesi yapılmış ve Mısır’ın devrik Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’in eşi Suzan Hanım’ın himayesinde 2002 yılında hizmete açılmıştır. Bu kütüphanenin 8 milyon kitap kapasiteli rafları bulunmaktadır. Mimarisi ve ihtişamı ile dikkat çeken kütüphaneden günümüzde bilhassa hemen yakınında bulunan İskenderiye Üniversitesi’nin öğrencileri istifade etmektedir.
#