...... RAĞMEN OKUMAK, .........HALDE OKUMAMAK
İbrahim AÇILAN
Yirmi altı yıl. Sınıflarda, sıraların, öğrencilerin arasında. Onlarla iç içe. Her halde bir şeyler söyleyebilmek için yeterli bir zamandır bu.
Eski yıllarda karşılaştığım bazı öğrencilerimin karşılaştıkları sıkıntılara, çektikleri çilelere rağmen okuma azimleri ile günümüzdeki bazı öğrencilerin sorumsuzluklarını karşılaştırmak bile büyük üzüntülere atıyor beni inanın ki.
Öğretmenliğimin ilk yılları. İstanbul, Eyüp ilçesindeki bir okulda çalışıyorum. Bir öğrencim var. Çiğdem isminde bir kızcağız. Tek odalı bir gecekonduda yaşıyorlar. Babası yatalak olduğu için çalışamıyor. Evin geçimi annenin sırtlarında. Evlere temizliğe falan giderek aileye bakmaya çalışıyor. Evde elektrik de yok. Akşam yemeğinden sonra çocuklar komşulara gidip elektrik ışığında ders çalışıyorlar. Bitmezse, evde gaz lambası ışığında devam. Bazı akşamlar lambaya gaz dahi bulunamıyor ve mum ışığında çalışıyor iki kardeş. Bir de sıkıntısı var Çiğdem’in. Kekeme ve konuşma zorluğu var. O çocuk yüreğinde bunun ezikliğini de yaşıyor garibim.
Çiğdem’in yazılılardan aldığı orta bir not , onunla birlikte bizi de öylesine mutlu ederdi ki. Ben ikibuçuk yıl okuttum Çiğdem’i. Tayinim çıktıktan sonra da birkaç yıl takip ettim kendisini. Liseyi bitirdiğini öğrendim, ondan sonra ne yaptı bilemiyorum.
Yine İstanbul’da, Pendik’te, bir ilköğretim okulunda çalışıyorum. Okulda ikili öğretim var. Sabahtan 1. kademe dediğimiz ilkokullar , öğleden sonra da 2. kademe dediğimiz 6.,7., ve 8. sınıflar okuldalar. Arada da bir boşluk var. Nöbetçi olduğum için sınıfları dolaşıyorum boşaltmak ve kontrol etmek için. Bir sınıfa girdim. Baktım, bir öğrenci, sondan bir önceki sıraya oturmuş, arkası kapıya dönük, bir şeyler yapıyor. Merak ettim, gittim yanına. Gitmez olaydım. Karnını doyuruyormuş. Ne mi yiyordu ? Yarım ekmek ve beş altı zeytin tanesi. Beni görünce şöyle bir toparlandı biraz da utanarak. Hiçbir şey söylemeden döndüm geriye ve çıktım sınıftan. Dersine giren öğretmenlerinden derslerinin de iyi olduğunu, başarılı bir öğrenci olduğunu öğrendim. Bir yandan üzülürken bir yandan da sevindim.
Bir de günümüzdeki bazı gençlere bakıyorum. Marka olmayan hiçbir şey giyilmiyor sırta ve ayağa. Ellerinde son model ve son özelliklerle donatılmış telefonlar. Diz üstü bilgisayarlar oyuncak olmuş. Verilen dolgun harçlıklara burun kıvrılıyor. Dershaneye gitmek angarya, ders çalışmak işkence geliyor. “ Çalış” diye yalvaran büyükler düşman gibi görülüyor ne yazık ki.
Evet, gerçekten çözemiyorum bazen. Birileri bir çok sıkıntılara ve imkansızlıklara rağmen okumak için çırpınırken, bazıları da her şeye sahip oldukları, hiçbir eksikleri bulunmadığı halde okumaktan kaçıyorlar. Ah, bir bilebilseler sokaklarda ne büyük bir pişmanlar ordusu olduğunu. Bir anlayabilseler “ Keşke” kelimesinden sonra söylenen hiçbir şeyin hiçbir işe yaramadığını. Bir kavrayabilseler onları okutabilmek için çekilen sıkıntıları. Sorabilseler kendilerine “ Ben, on yıl sonra nerede ve ne olacağım “ sorusunu. Eminim ki çok şeyler değişecek. Duam ve dileğim odur ki iş işten geçmeden anlarlar bir şeyleri.
#