BOYNU BÜKÜK MİNARELER
İbrahim AÇILAN
Uzun zamandır planı yapılan ve benim de son anda ve Allah Razı olsun Fahri TUNA’nın ısrarıyla katıldığım Balkan yollarındayız. Rehberliğimizi Makedonya Türk’ü Abdülmecid Nuredin ve Kosova alplerinden Ergün JABNE yapacaklar. Abdülmecid bizi Makedonya’da karşılayacaktı fakat babası “ Misafir burada beklenmez,git ve onlarla beraber gel” deyince bize Sakarya’da katıldı. Güzel bir tecelli ile yola kandil akşamı çıkıyoruz. Sabah Bulgaristan’dayız. İlk durağımız da nazlı Filibe.
Filibe’yi gezerken kafamda bir çok sorular nöbetleşe beynimi zonklatıyor. Tarihim geliyor aklıma ve vefasızlığımız . Biz ne hikmetse tarihi ve Osmanlı’yı kötülemeyi, karalamayı bir marifet zannetmişiz. O’nun büyüklüğünü Balkanlarda çok daha iyi anladım inanın. Önce sokak aralarına girdik. Filibe ile Taraklı, Beypazarı, Safranbolu arasında hiçbir fark yok. Sadece Osmanlı mührü silinmeye çalışılmış. Daha sonra anlatacağım gibi bir çok yerde olduğu gibi övündükleri, sergiledikleri, sadece Osmanlı eserleri. Birer Bulgarca tabela ile Bulgarlaştırmaya çalışmışlar ama ne mümkün. Her eser mahzun da olsa bağırıyor “ Ben Osmanlı eseriyim “ diye. Atalarımızın nefesini halâ hissetmek mümkün her taşta.
Filibe’nin gururu ve yüz akı “ Cumayata “ camiindeyiz. Adı “ Cumanın Atası” ndan geliyor. Bakımsızlık ve ilgisizlikten epey hasar görmüş ama ne mutlu ki İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve başka kuruluşlar destek vermişler, cami onarılıyor. İmam ve camideki kardeşlerimizle sohbet ediyoruz. Gençlerden Hasan: “ Filibe’de tam yirmi bin kişiyiz, Filibe bize emanet “ diyor. Bizim de gözlerimiz gururla yaşarıyor. Vedalaşıp ayrılıyoruz.
Filibe’den sonra Sofya’dayız. Bulgar yönetimi Osmanlı izlerini silebilmek için elinden geleni ardına koymamış. Koca Sofya’da ibadete açık sadece Banyebaşı Camii var. Diğer eserlerin hepsinin başına bir şeyler gelmiş. Bir kısmı kaderine terk edilip yıkılmaya bırakılmış. Bir kısmı anbar, depo gibi kullanılmış. Şanslı olanlar ise müze, sanat galerisi gibi amacı dışında kullanılmaya başlanmış. En acısı da hepsi öksüz, hepsi suskun. Ezan sesine, tekbirlere, mümin dualarına, salât ve selamlara, okunan Kur’an – ı Kerim’lere hasret. Kim bilir, belki de onlara sahip çıkacaklar, onları koruyup gözetecek vefalı insanları bekliyorlar. Bu, bizim tarihimize, atalarımıza ve kardeşlerimize karşı bir boyun borcumuz değil mi acaba?
Oralardaki boynu bükük, ezan ve Kur’an sesine hasret minareleri gördükçe bir şeyler koptu can evimizden. Ve ta gönülden Arif Nihad Asya hocamın mısralarıyla dua ettik:
“ Biz kısık sesleriz, minarelerini,
Sen ezansız bırakma Allah’ım .”
#