
Peygamberimiz Anı Değil Hayattır..
Anılar “geçmişte kalanı”, “geçip gitmiş olanı” temsil ederler.
Peygamberimiz bir Müslüman için “anılarda kalan”, “geçip gitmiş olan”,
dolayısıyla “anılan” mıdır?
Peygamberimiz bir Müslüman için “anı” olabilir mi?
Anılar “geçmişte kalanı”, “geçip gitmiş olanı” temsil ederler.
Peygamberimiz bir Müslüman için “anılarda kalan”, “geçip gitmiş olan”, dolayısıyla “anılan” mıdır?
Hemen belirtelim ki, tüm “anmalar”, unutmanın zımni bir itirafıdır.
Unutulmayanın, hele hayatın ta merkezinde olanın, “anılmasından” söz edilemez. Birini anmak, hatırlamaktır. Hatırlamak, iyidir. Ama bu Peygamberimiz ise, onu hatırlamakla teselli olmak, bir o kadar düşündürücüdür.
Allah onu “izlememizi” emretti. Çünkü o yeryüzünde iz bırakan, yerde yürüyen bir “insan” idi. Allah zatnı izlememizi bunun için emretmedi. Zatına olan sevgimizi, Elçi’sini izleyerek isbat etmemizi emretti: “De ki, eğer Allah’ı seviyorsanız, beni izleyin ki Allah da sizi sevsin; günahlarınızı mağfiret etsin.”
Peygamberimiz bir Müslüman için sadece bir “anı” değilse, Kutlu Doğum münasebetiyle içinden geçilen şu günlerdeki etkinlikler de, “Dostlar beni hatırlasın” türünden bir “anı”ya dönüştürülmemelidir.
Diyanet’in yuvarladığı küçük kar topu, büyüdü büyüdü kocaman bir dağ oldu. Günlere, haftalara sığmadı. Kutlu Doğum Haftası olarak başlatılan merasimler, Nisan’ın tamamına yayıldı, Nisan neredeyse kutlu doğum ayı haline geldi. Camilere sığmadı. Salonlara, hatta statlara taştı.
En tehlikelisi de, bu işin Cahiliyye şirininin ana damarlarından biri olan “medhiye” yarışına dönmüş olması. “Kim daha çok övecek?” yarışı çığırından çıkınca, iş Hz. Peygamber’i “tanıtma” değil, “tezgahlama” yarışına dönüşüyor. Olan, vahyin inşa etmeye çalıştığı sahih “peygamber tasavvuruna” oluyor. Efendimizi tanıtma iddiasıyla çıkılan yolda, efendimiz tanınmaz hale getiriliyor. Allah’ın “örnek” göstererek hayatımızda
üretmemizi istediği bir değeri, bizler acımasızcarsızca“tüketmeye” koyuluyoruz.
Şimdi cevaplanması gereken sualler şunlar: Peygamberimizin bizim methiyemize mi ihtiyacı var, yoksa bizim onu örnek alıp hayata
taşımamıza mı ihtiyacımız var? Bu ikincisi gerçekleşmiyorsa, birincisi ona ödenmiş bir “manevi rüşvet” olmaz mı? Dahası, o adıyla sanıyla zaten “övülmüş”tür. Onu Allah övmüştür. Onun bizim övgümüze ihtiyacı yok, ama bizim onun modelliğine ihtiyacımız hadsiz. Hal bu iken, neden böyle yaparız?
“Güzel örnek”i kendi hayatlarımıza taşımanın nasılını konuşmaya devam.....