10 Kasım geçti,biz hala üzgünüz !
Ölümler üzücüdür… Ölen her kimsenin ardından yaş dökecek bir çift göz bulunur elbet. Mâtem tutacak, karalara bürünecek, çığlığını dişleri arasında hapsedecek birkaç kişi mevcuttur. El Hâkk bu da doğrudur… Kimlerin ardından mâtem tutulmadı ki bu dâr-ı dünyada? Firavunların, Nemrutların, ‘Führer’lerin, Yezitlerin, demir yumruklu, demir kalpli adamların, tiranların ardından da ağıtlar yakıldı. Bilirsiniz… Algılar farklılaştıkça acıların mahiyeti de farklılaşırmış. Öğrendik… Bugün 10 Kasım ve bizler de üzgünüz. Çünkü ölümler bizlere başka ölümleri hatırlatır. Acılar, başka acıları… Zilan Deresi Katliamı’nı hatırlarız, Kastamonu’daki şapka idamlarını, Konya’daki idam mangalarını, Dersim’in kuytu mağaralarında dumandan boğulan köylülerin inleyişlerini, Palu’nun uçurumlarında gizlenmiş olan genç kız bakışlarını, İstiklal Mahkemeleri’nin “İstiklaline” el koyduğu halkları, Takrir-i Sükûn Kanunları’nın huzursuz kıldığı beldeleri hatırlarız. Unutulmayan vakıâlara ne kadar “hatırlama” denilebilir emin değiliz. Ama hatırlıyoruz; hatırlıyor ve üzülüyoruz. Resmi ideolojinin sentetik yas seremonilerinde ilköğretimden beri “hüzünlenmek” zorunda bırakıldığımız için üzgünüz. Ürküten siren seslerinin uyuyan çocuklarımızı korkutmasından dolayı üzgünüz. Saygı duruşlarının absürtlüğünü içimizden “salâvat” getirerek geçiştirmek zorunda olduğumuz için üzgünüz. Biz sadece 10 Kasım’larda değil, sürekli bir üzgünlüğe yazgılı olduğumuz için üzgünüz. Başkasının acısına yabancılaşmak istemedik hiçbir zaman; duyumsamak istedik. Ama acılar, acıları çağrıştırıyor. Bunun için de üzgünüz… Fıtrat.com |