Radikal İslamcılığı Yeniden Düşünmek
Kim bilir o da belki El Kaide'dir.
Usame bin Laden ve yardımcıları Afganistan'da yeni militanları toplayabilecekleri ve eski gruplarla aralarında düzenli bir bağ kurabilecekleri bir çatı oluşturabilmelerine rağmen tamamen tutarlı bir terörist şebeke oluşturamadılar. Bunu yerine El Kaide finans sağlayan, örgütler arasındaki irtibatı sağlayan ve İslam dünyasının her yerindeki militan ve uzmanların tavsiyelerini toplayan bir risk sermayesi firması gibi iş gördü. |
El Kaide'nin sadece güçlü bir suç şebekesi liderinin yönetimindeki etkili bir terörist şebeke olduğu imajı çizilen tek şablondur. Hâlbuki El Kaide'nin bir ideoloji olması sadece bir organizasyon olmasından çok daha ölümcüldür. "El Kaidesizm" gelecek yıllarda destekçi çekmeye devam edecektir, bu Usame bin Laden'in etrafında olsun veya olmasın böyle olcaktır... "El Kaide küresel bir terörist organizasyondur" Hayır. O, bir organizasyon olmaktan daha çok bir ideolojidir. Arapça bir kelime olan "kaide"; "bir operasyonun üssü" veya "kök" olarak tercüme edilebileceği gibi "ilke" veya "metot" olarak da tercüme edilebilir. İslamcı militanlar bunu her zaman son manalarında anlamışlardır. 1987'de modern Sünni Müslüman radikal eylemcilere rehberlik eden önde gelen ideologlardan Abdullah Azzam "el kaide el sulbah" (gücün öncü kuvveti) denilen ideolojiyi ortaya attı. O, "İslam dünyasının geri kalanı için bir örnek teşkil edecek, ümmeti canlandıracak ve böylece zalimlere karşı koymak için ümmeti teşvik edecek" bağımsız bir hareketi kafasında canlandırdı. FBI da 1998 yılında Afrika'daki ABD büyükelçiliğine düzenlenen bombalı saldırıyı araştırdığı sırada karşılaştığı ve Usame bin Laden'in etrafında toplanan İslamcı militanlara "El Kaide" unvanını verdi. Bunun sebebi kısmen örgütün tutuculuğu kısmen de FBI'ın klasik bir terörist ve suç organizasyonu izlenimi vermeyen bu örgütü terörizmle mücadele yasası kapsamına çekebilmek zorunda oluşuydu. Usame bin Laden ve yardımcıları Afganistan'da yeni militanları toplayabilecekleri ve eski gruplarla aralarında düzenli bir bağ kurabilecekleri bir çatı oluşturabilmelerine rağmen tamamen tutarlı bir terörist şebeke oluşturamadılar. Bunu yerine El Kaide finans sağlayan, örgütler arasındaki irtibatı sağlayan ve İslam dünyasının her yerindeki militan ve uzmanların tavsiyelerini toplayan bir risk sermayesi firması gibi iş gördü. Bugün Afganistan'da inşa edilen yapı yok edildi, bin Ladin ve yardımcıları dağıtıldı, yakalandı veya öldürüldü. Kısaca Afganistan'da İslami militanların toplanacağı uzun süreli bir merkez yapı kalmadı. Fakat El Kaide'nin dünya görüşü veya "El Kaidesizm" her geçen gün hızla büyüyor. Bu radikal küresel ideoloji -anti semitisizm, batı karşıtlığı ve Siyonizm karşıtlığı- Usame bin Laden ile direk bir bağlantı içinde olmayan kimi bireyler ve gruplar arasında taraftar bulmaya devam ediyor. Onlar sadece bin Laden'in ilkelerini izliyor ve metodunu uyguluyorlar. Onlar El Kaide tipi eylemleri benimsiyorlar, ancak El Kaide ile çok zayıf bir bağlantıları var. Bu sebeple İsrail istihbaratı artık onlar için "El Kaide" yerine "Kürsel cihatçılar" tabirini kullanıyor. "Usame bin Laden'i yakalamak veya öldürmek güçlü El Kaide rüzgârını dağıtacaktır" Yanlış. Militanları bin Laden'e her ne kadar oldukça bağlı olsa da "Şeyhin" ölümü onların insanları savaşa katmak konusundaki yeteneklerinde çok az etki sağlayacaktır. ABD Savunma Bakanı Danold Rumsfeld bir iç Pentagon bildirisinde militanların dini liderlerden daha hızlı öldürüldüğü yönündeki soruya olumlu yanıt verdi. Pratik koşullarda, bin Laden'in terör faaliyetlerini yönetmesi için sınırlı bir yeteneği var, onun faaliyet alanı genelde özerk hücreler ve grupların geniş stratejik yönleriyle ilgili. İstihbarat servisleri şu anda daha çok onun çevresiyle ilgileniyor. Olayların bu dönüşümü kimseyi şaşırtmamalı. İslamcı eylemler bin Laden'in faaliyetlerinden önce başlıyor. O ancak bu İslamcı eylemlere 1990'ların başlarında Bosna, Mısır, Cezayir ve Keşmir'de bulaştı. 1993 yılındaki ikiz kule saldırılarında onun ilişkileri teğet geçiyordu. 1990'ların başlarında diğer gruplar binlerce fanatiği yüksek derecede eğitirken, El Kaide'nin eğitim kampları yoktu. Hatta 1990'lar Afganistan'da kamplar kurulduğunda dahi diğer gruplar ve bireyler planladıkları saldırıları gerçekleştirmek için yardım talep etmek üzere Ona ulaşmıyorlardı veya tam tersi. O günlerde İslamcı gruplar bin Laden yerine parasal destek, uzmanlık ve lojistik destek sağlamak için Zerkavi'nin Onunla (bin Laden’le) adeta rekabet eden Tevhid grubuna gidebilirlerdi. Bin Laden hala modern kitlesel iletişimi oldukça iyi kullanan kahraman bir propagandacı olarak harekette önemli bir rol oynuyor. Birleşik Devletlerin sonunda bin Laden'i tutuklaması ve bunun da ABD'nin gücünün bir göstergesi olması bakımından militanların birçoğunu moral kırıklığına uğratması muhtemeldir. Buna rağmen büyük kısmı da öldürülmesi veya yakalanmasından etkilenmeyecektir. Eğer O da devrik Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin gibi savaşmadan teslim olursa (bu çok muhtemel olmasa da) bu taraftarlarını hayal kırıklığına uğratacaktır. Ve eğer O bir şekilde şehid olmayı başarırsa Onun kahramanlığı gelecek nesil için bir ilham kaynağı olacaktır. Her iki yolun sonunda da İslamcı militanlar asla durmayacaktır. "Militanlar Batı'yı yok etmeyi hedefliyor, bu yüzden onlar küresel bir İslam Devleti'ni zorlayabilir" Hatalı. İslamcı militanların ana hedefi fetih değildir. Onların amacı İslam'ı aşağılamak, bölmek ve küçük düşürmek için uğraştığını ve İslam topraklarını sömürme projelerini tamamlamak için Haçlı savaşı başlattığını iddia ettikleri saldırgan Batı'yı geri püskürtmektir. Militanların ikinci amacı ise Halifeliği yeniden kurmak ve son yüzyıldaki toprakları üzerinde yeniden tek bir İslam devleti oluşturmaktır. Bugün bu devlet Orta Doğu'yu, (Akdeniz'in sınırı boyunca uzanan) Magrib (yani Kuzey Afrika)'i, İspanya'nın güneyindeki Endülüs'ü, Merkez Asya'yı, Balkanların bir bölümünü ve Uzak Doğu'daki bazı İslami bölgeleri kuşatıyor. Kesinlikle bu ütopyacı halifeliğin nasıl iş görecek olduğu belirsizdir. Militanlar inanıyor ki tüm Müslümanlar İslami kutsal metinlerin gerçek yorumuna (Selefi yoruma) dönerlerse neredeyse mistik bir dönüşümle adil ve mükemmel bir toplum oluşturacaklar. Radikal İslamcılar Amerika'yı ve Batı'yı zayıflatmaya çalışmaktadır, çünkü bu hedeflerine en büyük engel bu iki varlıktır. 1990'lı yıllarda Mısır, Suudi Arabistan ve Cezayir gibi ülkelerdeki İslamcılar kendi ülkelerindeki rejimleri değiştirmekle bu hedeflerine ulaşacakları yönündeki düşüncelerinin hatalı olduğunu anlayıp gözlerini dışarıya çevirdiler. Militanlar Arap rejimlerindense onları besleyen Batılı rejimleri vurmanın ("yakın düşman"dansa "uzak düşmanı" vurmanın), kendi ülkelerindeki şartların gelişmesi için daha verimli olduğu izlenimine kapıldılar. Bu strateji değişikliği Bin Laden ve onun saldırgan yandaşlarıyla diğer İslami radikaller arasında Mısır'da yoğun tartışmalara sebep oldu. 11 Mart 2004'de Madrid'deki terörist bombalı saldırıların "Uzak düşman"a verdiği zararın etkisi hala sürüyor. Tam da İspanya seçimlerinden önce gerçekleştirilen bu saldırılarla Militanlar Orta Doğu'da onların varlığını görmeleri için Batı'ya ağır siyasal ve insani bedel ödeterek büyük bir mesaj verdiklerine inanıyorlar. "Militanlar geleneksel Müslüman Teolojinin lehine modern fikirleri geri çeviriyor" Hayır. İçlerinde idealleştirilen bir 7. yüzyıl yaşamına dönmek isteyen sabit görüşlü kimseler de olsa, onlar modern zamanın sağladığı araçları kucaklamakta tereddüt etmemektedirler. Onların hararetle savunduğu medyavalizm (orta çağ adetleri) onları internet ve videokasetleri en etkili bir şekilde kullanmaktan caydırmıyor. Militanlar ideolojik düzeyde, Seyyid Kutub ve Ebu Ala el-Mevdudi gibi belirgin düşünürlerle aşırı derecede laik solcu ve anarşit devrimci organizasyonların taktiklerini ödünç aldı. Onların "öncü nesil" düşüncesi Leninist Teori'den bir etkilenmedir. Seyyid Kutub'un en önemli çalışması olan "Yoldaki İşaretler" isimli kitabı İslamileştirilmiş bir Komünizm Manifestosu gibidir. Militanların dillerinden düşürmedikleri bir başka kelime ise Arapça "Hizb"dir. (Lübnan Hizbullahı'nda olduğu gibi) "Parti" anlamına gelen bu olgu modern bir düşüncedir. Aslında militanlar çoğunlukla çağdaş küreselleşme karşıtı her hangi bir eylemcinin aşina olduğu 3. Dünya şartlarındaki sorunları dillendirirler. Bin Laden tarafından yayınlanan son bildiride, O ABD'yi iklim değişikliği ile ilgili olan Kyoto anlaşmasını imzalamaktaki hatası sebebiyle azarlıyordu. Mısırlı Militan lider Eymen ez-Zevahiri ise çok uluslu şirketleri kötülemişti. 11 Eylül korsanlarından Muhammed Atta'nın ise bir arkadaşına Mısırlı çiftçilerin Batı için yetiştirerek paraya çevirdikleri çileklerin ücretiyle kendi ülkesindeki insanların ancak bir ekmek alabildiği bir dünya ekonomik sistemine nasıl öfkelendiğini anlattığı biliniyor. Tüm bu olaylarda Militanlar dinsel ve mistik hikâyelerin içinde modern siyasi meselelerden ve sosyal adaletten bahsediyorlar. Onlar yalnız başına gelişmeye karşı çıkmadıkları gibi modernizasyondan fayda sağlayamadıklarında da kendilerine kızarlar. Ayrıca bu yeni Sünni militanlar geleneksel çizgideki ulemaya riayet etmedikleri gibi radikal reformculara itibar ederler. Çünkü onlar yerleşik ruhban otoritesini reddederken, öğretileri kendileri yorumları hakkı isterler, bin Laden ve Zevahiri gibi liderlerinin akademik eksikliklerine rağmen... "El Kaide'nin yükselişiyle ılımlı İslamcılar marjinalleşti" Doğru değil. El Kaide İslam dünyasında siyasal düşüncenin radikal kanadını temsil ediyor. El Kaidesizm yeni ortaya çıktığı yıllarda önemli saldırılarını gerçekleştirirken 1,3 milyarlık İslam dünyasının sadece çok küçük bir bölümü bu öğretiye yapıştı. Her ne kadar bin Laden'in Birleşik Devletleri vurma yeteneğine sahip olması etrafında büyük bir sempatizan grubu oluştursa da, bu onların katı Kurani kanunlar altında tek bir İslam devletinde yaşamak istedikleri anlamını taşımıyordu. Arap dünyasında kamu düşüncesi incelemeleri Zogby International, Pew Research Center for the People and the Press gibi şirketler tarafından yönlendiriliyor ve güçlü bir şekilde "seçilmiş hükümet", "bireysel özgürlük", "eğitim fırsatı", "iktisadi tercih" gibi kavramlara önemli destekler sağlıyor. İnanlar için "İslam çözümdür." Çözümün nasıl olacağı ve nasıl başarılacağının anlaşılamaması önemli değildir. Bin Laden gibi radikaller devleti tamamen yok etmek ister ve onun yerine tamamen Kuran'ın öğretilerine göre bir şey kurmak... Buna karşın bazı Siyasal İslamcılar ise Devletin kurumlarını ele geçirmek ve aşamalı olarak onu İslamileştirmeye çalışmak isterler. Genellikle bu görüştekilerin amacı daha çok sosyal adalet sağlamak ve anti-demokratik ve güçlü rejimlere karşı koymaktır. Bunun bir örneği Pakistan'da etkin tecrübeli eylemci Gazi Hüseyin Ahmed yönetimindeki Cemaat-i İslami'dir. Cemaat-i İslami Pakistancı popüler fikrin önemli aktörlerindendir. Onun ismi Anti-Semitisizm ile lekelenmiş olsa da politik arenada onlar Usame bin Laden ve Taliban'a karşı bir duruş sergilemektedirler. Irak, Ürdün ve Türkiye gibi ülkelerde bu tip oluşumlar sık sık yönetime gelirler ve Batı için kullanışlı birer muhattap olarak hizmet ederler. Onlar bir anda İslamcıları topyekun reddedemezler, ancak siyasi nutuklarında aşırıların egemen olmasına engel olacaklarını dile getirirler. "İsrail-Filistin çatışması Militanların asıl gayesidir" Yanlış. İsrail askerlerinin işgal edilmiş topraklardaki Filistinli protestocuları şiddetle bastırdığını gösteren görüntüler Militanların İslam topraklarının saldırı altında olduğu ve bu nedenle Müslümanların ayağa kalkmaları ve savaşmaları gerektiği yönündeki tezlerini doğrular cinstendir. Buna rağmen, bölgede İsrail-Filistin çatışmasında bir çözüm bulunsa da her ne kadar bu gerilimi hafifletse de İslamcı militanların tehdidine engel olmayacaktır. Modern Sünni İslamcı militanların kökleri ne kadar zorlu da olsa tek bir problemin çözümüyle küçültülemez. Militanlar ümmetin saldırı altında olduğunu düşünüyorlar. Onlara göre İsrail sadece Batı'nın bölgedeki en çok göze çarpan karakolu, aynı 12. yüzyıldaki Haçlı Krallığı'nda olduğu gibi. Yahudi devleti dünyadan silinse bile Militanlar Çeçenistan, Keşmir, Mısır, Özbekistan, Endonezya ve Cezayir'de savaşmaya devam edeceklerdir. Onların gündemleri genellikle uzun hikâyelere bezenmiş yerel sorunlarla belirlenmiştir. Örneğin bin Laden henüz 1980'lerden beri İsrail'e yardımından dolayı Amerikan ürünlerini boykot çağrısında bulunmuş olsa da, son zamanlara kadar henüz hiçbir İsrail saldırısına karışmamıştır. Onun her zaman birinci odaklandığı konu memleketi olan Suudi Arabistan'daki rejimi devirmek olmuştur. Aynı şekilde Zevahiri de 2002 yılında yayınladığı "Peygamber Sancağı Altında Savaşmak" isimli kitabının gerek otobiyografi bölümünde gerekse de Militan Manifesto bölümünde öncelikli hedef memleketi olan Mısır'ın rejimi olmuştur. Dahası İslami ayaklanmaya en büyük destek Müslümanların aşağılanma hislerinden gelmektedir. Örneğin İsrail-Filistin çatışmasında "İsrail varlığının kabul edilmesine" dayanan iki devlet çözümü militanlara teslimiyetçi bir politika gibi sunulduğundan onurunu zedelemekte olduğundan, dahası şiddeti ve aşırılığı savunan geniş cemaatlerin onurunu zedelediğinden bir çözüm yolu olarak görülmemektedir. "Suudi Arabistan'ı çözümlemek tüm sorunu yok edecektir" Hayır. Hükümetin radikal İslam'ı temsil eden Vahhabi ekolünü yaymak için sübvansiyon sağlamasıyla Suudi Arabistan radikalizmin yayılmasında önemli rol oynamıştır. Bu politika 1970'lerin sonlarında, yüzlerce İslamcı radikalin Mekke'deki Mescid-i Haram'ı işgal etmek için harekete geçmesiyle ortaya çıkan karışıklıktan ileri gelmektedir. 1978-79 yıllarında İran'daki Şii devrimi İslam dünyasındaki Suudi liderliğini tehlikeye soktu ve Suudi ailesini bekleyen kötü akibet hikayesi ortaya atıldı. Böylece Suudi Arabistan İran rejimine karşı gelebilecek bir dindar muhafazakar sınıf oluşturabilmek için Vehhabi alimlerine ülkesinde daha çok söz hakkı verdi ve dış ülkelerde Vehhabiliği yaymak için onlara destek sağladı. İşte o zamandan bu yana İslam Dünyası'ndaki Müslüman ülkelerin ortaklaşa oluşturduğu ve en büyük finansını Suudi Arabistan'ın sağladığı Müslüman Dünya Ligi dünyanın her yerinde camiler inşa ediyor. İşte bu organizasyon dâhilinde Suudi Arabistan radikal din adamlarına maaş sağlıyor ve daha önceki ibadet şekillerini değiştirmek için insanlara finansal destek temin ediyor. Pakistan'da Basra Körfezi'nde gelen büyük maddi yardımlarla kurulan medreselerde Batı karşıtı dogmalar ve şiddet öğretiliyor. Suudi destekli din propagandası Doğu ve Batı Afrika'da, Uzak Doğu'da ve Batı Asya'da uzun zamandır devam eden toleranslı ve çoğulcu geleneksel İslam anlayışını bozuyor. Kuzey Irak'ta ise Vehhabizm aslında bilinmiyordu, ta ki 1990'ların başlarında Körfez merkezli misyonerler bölgeye ulaşıncaya kadar. Ve yine Suudi Arabistan'dan gelen özel ve devlete ait bağışlarla Almanya'da, Britanya'da ve Kanada'da radikal faaliyetler yaptıkları bilinen mescitler inşa edildi. Halkı oldukça fakir ve yöneticileri oldukça zengin olan Suudi sisteminin haksızlıkları aşırıların haklarının ihlal edildiği propagandasını yapmasında izin veriyor. Militan hatiplerin çoğu (örneğin 11 Eylül korsanlarının eğiten hatipler) hep Suudi Arabistan’ın kenara itilmiş kabile ve bölgelerinden yetişmiştir. Daha kapsamlı bir hükümet modeli ve kaynakların daha adil şartlarda yeniden dağılımı belki yerli militanların meşruiyetini biraz olsun azaltabilir ve militanların yeni kişilere ulaşmasına engel olabilir. Bu ayrıca Vehhabizm'i yavaşlatabilir ve şimdiye kadar dünyanın geri kalanına yeterince zarar veren Vehhabizm'in Suudi Arabistan'ın dışına yayılmasını engelleyebilir. İsrail-Filistin çatışmasında olduğu gibi Suudi Arabistan İslami radikalizmin sebeplerinden biridir, ancak suçun tekeli değildir. "Er ya da geç İslamcı Militanlar kitle imha silahlarına sahip olacaklardır" Sakin olun. Başta bin Laden olmak üzere İslamcı militanlar biyolojik ve kimyasal bir teçhizat deposu geliştirmeye çalışsalar da, bırakın silahlanmayı, bazı maddelerin bile bulunmasının oldukça güç olduğu teknik zorluklardan dolayı büyük ölçüde başarısız oldular. Batı Afganistan'daki Darantuna kampına incelemelerde bulunmak üzere ilk giren gazetecilerden biri olarak, onların ne kadar derme çatma olduğunu gözlemledim. 2003'de beni tutsak almalarından sonra denetlediğim kuzey Irak'daki Ensar el-İslam grubunun kimyasal silah fabrikaları ise daha da ilkeldi. Bir İngiliz grup tarafından ortaya atılan kenevir otu zehiri geliştiriyorlar iddiası ise niyetlerindeki ciddiyetle birlikte ateşlenmesi ancak bir komedi olurdu sanırım. Ayrıca orada iddia edildiği gibi Militanların geliştirdiği bir "Kirli Bomba"ya dair de (radyoaktif malzemeyle kaplanmış klasik bir bomba düzeneği) her hangi bir kanıt yoktu. Jose Padilla 2002'de Birleşik Devletler'de tutuklanan bir El Kaide işçisine dayandırdığı iddialarında bir "Kirli Bomba" kullanacağını ortaya atsa da, bu pratik bir eylemden çok bir istekti. Bir Kirli Bomba yapmak hayal edildiğinden daha zordur. Uluslararası Atom Enerji Ajansı 100'den fazla ülkeyi Radyoaktif Malzeme'nin yetersiz kontrolünden dolayı uyarmış olsa da bunların oldukça küçük bir oranı ölümcül etkiye sahip. Ayrıca Radyoaktif madde yayabilen bir mekanizmayı kurabilmek yüksek düzeyde bir teknik bilgi gerektiriyor. Bazıları sesli bir şekilde Pakistan'da militanların "önceden paketlenmiş olan" çalışan bir nükleer başlığı ellerine geçirdikleri yönündeki korkularını dile getirdiler. Bu pek inandırıcı olmasa da buna rağmen, Pakistan'da İslami bir rejim güç elde eder ve Pakistan ordusunun üst düzey yetkilileri de İslamcılara karşı şimdikinden daha çok bir sempati duyarsa bu gerçekten olabilir. Kitle imha silahlarını konuşlandırmakta zorlanan terörist gruplar Japonya'da meşhur 1995 Aum Shinrikyo'nun öncülüğünde zehirli gaz saldırısını düzenledi. Daha sonra yapılan araştırmada grubun 1 milyar dolara yakın finans kaynağına sahip olmasına rağmen daha önce 9 kez planladıkları metro saldırılarında başarısız oldukları öğrenildi. Bu tip baskılarla karşılaşan İslamcı militanların geleneksel silahları kullanmaları veya geleneksel aletleri daha yaratıcı bir şekilde kullanmaları daha muhtemeldir. 11 Eylül 2001 Birleşik Devletler saldırısı ve 11 Mart İspanya saldırısı bu tip olaylardı. "Batı terörle savaşı kazanıyor" Maalesef hayır. Terörizmle savaşta askeri unsuların bazı önemli başarıları var. 1996-2001 yılları arasında bin Laden ile silah arkadaşlığı yapanların çoğu şimdi ya ölü ya da hapishanelerde. Bin Laden’in kendi yönettiği veya teşvik ettiği terör saldırıları büyük oranda şiddetle bastırılmış gibi gözüküyor. Dünyanın her yerindeki istihbarat servislerinin işbirliği ve arttırılan güvenlik harcamalarıyla onların sınırları dışında bir terör saldırısı organize etmeleri ve gerçekleştirmeleri oldukça zorlaştı. Yine de ülkeler terörle mücadelede zafer kazanmak istiyorsa onların yeni oluşumlara gitmeden önce köklerini kazımalı. Ayrıca Militanlar kendileriyle görüşmenin yerli nüfus tarafından asla kabul edilemeyeceğine inandırılmalılar. Öyle ki bu tip bir destek Militanların akıllarında yaptıklarının ahlaki olarak meşru olduğu izlenimini kuvvetlendirecektir. Eğer Batı başarılı olmak istiyorsa askeri gücün sert yüzüyle kültürünün yumuşak yüzünü evlendirmelidir. Bu yaklaşımda hiçbir zayıflık yoktur. Her hangi bir terörle mücadele üst düzey yöneticisinin de size söyleyebileceği gibi bu ancak iyi bir izlenim uyandıracaktır. Irak’ın istilası her hangi bir insancıl sebeple açıklanabilecekken bu baskıyla gerçekleştirildi. Bin Laden bugüne kadar onun radikal mesajlarından kaçan Müslümanları kendisine çekmeye çalışan bir propagandacı. O biliyor ki projesinin başarıya ulaşması sadece kitlelerin katımlıyla gerçekleşecektir. Onun propagandası ilk propagandaya başladığı 15 yıl şöyle dursun 2 yıl öncesine göre bile inanılmaz derecede daha çok oranda destekçi buluyor. Batı’nın hedefi terör tehdidini yok etmektir ve elbette bunu vatandaşlarının günlük yaşamlarını etkilemeden gerçekleştirmek. Bin Laden’in ise amacı halkını radikalleştirmek ve harekete geçirmektir. Ve bin Laden Batı’nın kendini caydırmasındansa hedefine ulaşmaya daha yakındır. Jason Burke (Britain's Observer’nin baş muhabiri ve “El Kaide: Terör’ün Gölgesi” kitabının yazarı.) |