İNECEK VAR
Elim buğulu cama değmekte ve gözlerim yanımızdan akan nehirde yüzmekteydi akıntının tersine. Dilim susmuş, kulaklarım konuk olmuştu arka koltuğa. Belli ki buralı değiller; belli ki üşümüşler; belli ki birazdan telefonlarının çalarak, telefonda annelerinden nasihat dinlemekten tedirginler; ve belli ki bir şeyden şikayetçiler:
— Kaç para verdin muavine?
— İki buçuk.
— Ben de.
Sessizlik.
— Ya çok değil mi?
— Çok ama...
— Sivil ne kadar ki?
— Bilmem.
Yanımda oturan yaşlı teyze, belini arkaya zor kıvırıp başını iki koltuğun arasına sokmaya çalışarak ve olabildiğince sessiz:
— Üç buçuk guzum. Çok ama naparsın. Mecbur(yüksek sesle). Yayan yürüyemen ki bu yolu.
Yaşlı teyzenin ağzından çıkan ‘mecbur’ kelimesi anlatmaya yetmişti çaresizliği. Lâkin hâlâ bihaberdi kapı ağzındaki para sayan muavin, kulağına çarpan ‘mecbur’un çaresizlik olduğundan.
— Siz okumağa mı geldiniz bura?
Her ikisi de aynı anda:
- Evet teyzecim.
- Okuyun... Okuyun da bu milleti böyle soyanlardan gurtarın guzum.
Sessizlik... Ve muavinin çatallı sesi: Son durak.