neyse...
Dün günlerdir açmadığım posta kutumu açtım. Posta kutum, ortak noktası “Neden günlerdir sitedeki köşene bir şeyler yazmıyorsun?” sorusu olan postalarla dolu. Neden? Neden, ben de bilmiyorum. Yazdım; sitedeki köşeme yazı göndermediğim günlerde kendi başıma karaladım sürekli; ama neden siteye göndermediğimi bilmiyorum. Bir tür bencillik miydi acaba bu? Yoksa, kelimelerimi kıskandığımdan mıydı? Aman, neyse boşverin. Yalnız şunu itiraf etmeliyim ki, kelimelerimin yokluğunun sizi meraka sevketmesi beni sevindirdi. Şımarmıyorum; vazgeçip kıskançlığımdan(?) sizi daha çok seviyorum sadece.
...
Şimdi bırakalım hasret gidermeyi de bu yazımızda neler karalayalım onu düşünelim.
...
Buldum. Hadi gelin bu yazımızda neyse’lerimizi sorgulayalım. ‘Neyse’ deyip vazgeçmek yok ama, sorgulamaktan neyse’lerimizi. Öyle ki, her bir iç muhakemeden sonra çıkar ağızdan ‘neyse’. Şimdi de biz hâkim olalım da sorgulayalım öncesini neyse’lerimizin. Bakalım neler akacak kalemimizden...
Neyse... Çıktığında şimdiki zamanda ağızdan ve gün gelip gelecek çoktan ‘şimdi’ olduğunda; kimi zaman ‘keşke’ye, kimi zaman ‘iyi ki’ye dönüşüveren ‘neyse’... Hep bir cümleden sonra gelen ama’ya eklenen ve devamında hep üç nokta olan ‘neyse’...
Siz de kullanır mısınız benim gibi ‘neyse’yi? Yoksa, direk bilmiyorum’un gizemini sığınak mı yaparsınız kelimelerinize?
Ah şu neyse’ler... Nelere gebedirler, bihaberdir kimseler...
Mutluluk verir kimi zaman. Sıkıcı bir telefon konuşmasında ya da bir dost(!) sohbetinin(!) arasında kurtarıcıdır mesela. Fırsatını bulur bulmaz, ‘neyse’ deyip kaçıverirsiniz, kurtarırsınız esaret altındaki kulağınızı karşınızdakinin zulmünden.
Ama kimi zaman da gelip gelmeyeceği kestirilemeyen pişmanlığa, içimizdeki ikilemden bir davetiyedir ‘neyse’. Hani çok severler ya liseli genç oğlanla genç kız birbirlerini, birbirlerini sevdiklerini bilmeden; ve bir türlü söyleyemezler birbirlerine sevgilerini. ‘Çok seviyorum; ama, neyse...’ deyip her ikisi de susmayı tercih ederler her seferinde. Ve bir gün öğrendiklerinde birbirlerini sevdiklerini, başka eşlerin kollarında, ve göz göze geldiklerinde seneler sonra yanlarında çocuklarıyla sessiz bir sokakta, bir ‘keşke’ geçer içlerinden ya, işte öyle bir şey bu da.
Ve bir de akıbeti ne ‘keşke’, ne de ‘iyi ki’ olan ‘neyse’ler vardır. İşte bir misali: Yüksekçe bir köprünün üstündeki, sessiz harfleri denizin mavisine, sesli harfleri göğün grisine karışan ‘neyse’leri düşünün. Hayata tutunamamış, korkuluklara da tutunmak çok da umrunda olmayan bir adam: “Yaşamak isterdim; lakin... neyse!..”. Belki de en kötüsü bu. Ne dersiniz?
Daha çok yazmak isterdim; ama, neyse...