Geri

OSMANLI'NIN MÜLTECİLERE YAKLAŞIMI

Tarihi süreçte devletler ve toplumlar arasında yaşanan mücadelelerin bir neticesi de "mülteciler meselesi"dir.
Murat DUMAN Murat DUMAN

Savaşlar ve toplumları buhrana sürükleyen hâdiseler, bazı insanların mülteci durumuna düşmelerine ve vatanlarını terk etmelerine yol açmıştır. Bu duruma düşen insanlar, çoğu defa zor şartlar altında hayatlarını devam ettirmek zorunda kalmış, kendilerine uzanacak bir el beklemiştir. Hâlihazırda dünyada devam eden savaş ve çatışmalar, beraberinde insanî yardım bekleyen ve can güvenliğinden endişe duyan nice mülteci ve sığınmacı ortaya çıkarmıştır. Bugün Birleşmiş Milletler'in bu problemin çözümünde ve savaş mağduru insanların vatanlarına dönmelerinde inisiyatif alamadığı da bir gerçektir. Peki Osmanlı, mülteciler konusunda nasıl bir siyaset takip etmiştir.


Kuruluşundan itibaren sulh, sükûnet, adalet ve hakkaniyetin temsilcisi ve muhafızı olan Osmanlı Devleti, mağdur ve mazlum milletlerin bir sığınağı olmuştur.Milletimizin öteden beri kendisine sığınanlara merhametli ve insanî davrandığı bir gerçektir. Bilhassa Osmanlı tarihinde bunun birçok misâlini görmek mümkündür. Bu durum, Osmanlı'nın güçlü olduğu zamanlarda da, zayıfladığı dönemlerde de değişmemiştir. Hattâ bu sığınmacılar, zaman zaman Osmanlı'nın savaşa girmesine ve diplomatik krizler yaşamasına yol açmış; ama Devlet-i Âliye'nin mültecilere karşı tavrında, bir değişme olmamıştır. Tarihimizde bu hususta üç hâdise dikkat çekmektedir:

İsveç Kralı Demirbaş Şarl
Rusya, 18. asırda, Çar 1. Petro döneminden itibaren genişleme ve ilerleme politikasını benimsemişti. Bu maksatla Avrupa'da incelemelerde bulunulmuş, reformlar gerçekleştirilmişti. Rus çarı; Lehistan'a ve Baltık Denizi'ne hâkim olmayı, Osmanlı'dan Kırım'ı alarak Karadeniz'e ulaşmayı, daha sonra da Balkanları ve Boğazları ele geçirerek Ege ve Akdeniz'e inip dünyada söz sahibi olmayı hedefliyordu. Halkı Türk ve Müslüman olan Kırım'ın ve stratejik öneme sahip Lehistan'ın güvenliği, Osmanlı Devleti'nin güvenliği demekti. Bu yüzden Osmanlı bu iki bölge hususunda hassas davranıyordu.

Öncelikle kuzeydeki Baltık Denizi üzerinden sıcak denizlere çıkmayı hedefleyen Rusya, bunun için İsveç'le mücadeleye girişti. Böylece Lehistan yani bugünkü Polonya toprakları üzerinde İsveç-Rus rekabeti baş gösterdi. İsveç'in birlikte hareket etme isteği, kendi iç işleri ile meşgul olan Osmanlı devlet adamları tarafından ilk başta sıcak karşılanmadı. Bununla birlikte İsveç Kralı Demirbaş Şarl, Ukrayna Kazakları ile anlaşıp Ruslara saldırdı; ancak Poltova Savaşı'nda Rus Çarı 1. Petro'ya yenilince, müttefiki Kazak hükümdarı ile Osmanlı topraklarına sığındı. Bu beklenmedik hâdise, Osmanlıları yeni bir savaşın içine itmekte gecikmedi. Rusların, sığınmacıların iadesi yönündeki teklifleri kabul edilmedi. Bir müddet sonra, Rus kuvvetlerinin İsveç kralını takip bahanesiyle Osmanlı toprağı Boğdan'a girip tahribat yapmaları üzerine, Osmanlı-Rus Savaşı başladı. 1711 yılında gerçekleşen Prut Savaşı'nda Rusya yenildi. Sadrazam Baltacı Mehmed Paşa, Osmanlı ordusu üstün durumda olmasına rağmen, makul gerekçelere dayanan bazı askerî mülâhazalarla Rus çarının barış teklifini kabul etti. Bu bir zafer olarak görüldü. Ruslarla yapılan Prut Anlaşması'nın maddelerinden biri de, İsveç kralı ve diğer mültecilerin ülkelerine serbestçe dönebilmesiydi. 

Leh milliyetçileri
Rusya'nın genişleme ve sıcak denizlere inme siyaseti, hızından bir şey kaybetmiyordu. Bu idealine ulaşmak için, Slav ve Ortodoksları birleştirme fikrini (Panslavizm) bir araç olarak kullanan Rusya, Çariçe 2. Katerina döneminde, Lehistan'ın iç işlerine tekrar karışmaya başladı. Bu arada Rusya'nın 1763 yılında ölen Lehistan Kralı 3. August'un yerine, kendi adayını kral seçtirmesi ve Lehistan üzerindeki baskısını artırması üzerine, Leh milliyetçileri ayaklandılar ve Osmanlıların himayesini istediler. Rusya karşısında savaşta başarısız olan Leh milliyetçileri, Osmanlı topraklarına sığındılar. Bunları takip eden Rus askerlerinin Osmanlı topraklarına girip Lehlerle birlikte Türkleri öldürmeleri ve Balta kasabasını yakmaları üzerine Rusya'ya savaş açıldı (1768). "Askerî yönden geçmişe göre geri kalan ve yeterli hazırlığı bulunmayan Osmanlı, bu savaşta Rusların ilerleyişine engel olamadı. Savaş, yeniden fetih ve toparlanma hülyasına kapılan devlet adamları için tam bir felâkete dönüştü. Askerî ve idarî zaaf, bütün çıplaklığı ile ortaya çıktı."1 İngiltere ve Fransa'nın, Amerika'daki koloniler yüzünden karşı karşıya gelmesini fırsat bilen Rusya, Osmanlı'ya karşı üstünlük sağladı. Neticede Osmanlı, çok ağır şartları olan ve Kırım'ın Rusya'ya iltihak sürecini başlatan Küçük Kaynarca Antlaşması'nı, kabul etmek zorunda kaldı (1774).

Macar mültecileri
Fransız İhtilâli ve Sanayi İnkılâbı, Avrupa'nın siyasî, sosyal ve iktisadî yapısında çok önemli değişiklikleri de beraberinde getirmişti. Toprak bütünlüğünü korumak için bu dönemde denge siyaseti takip eden Osmanlı Devleti, genel itibarıyla bu gelişmelerden olumsuz yönde etkileniyordu. Avrupa'da parçalanmış ve mahkûm edilmiş milletlerin çıkardığı ayaklanmalar, kanlı bir şekilde bastırılıyordu. Leh ve Macar milliyetçilerinin direnişleri, Rusya ve Avusturya'yı ciddi olarak meşgul ediyordu. Bu durum, Osmanlı Devleti için de önemli bir mesele hâline geldi. Rus kuvvetlerince ezilen milliyetçilerin kurtuluşu, Osmanlı topraklarına sığınmakta bulmaları, 1848 yılında Osmanlı'yı bir defa daha Avusturya-Rus ortak savaşının eşiğine getirdi. "Eflak ve Boğdan'da, Rusların nüfuz ve kontrolü altındaki prenslik idaresine karşı direnişe geçen Romenlerden de, Osmanlı'ya sığınanlar olmuştu. Rusya'nın bu mültecilerin iadelerini ve teslimini talep etmesi, siyasî münasebetlerin kesilmesi ve savaş tehdidine rağmen, Bâbıâli tarafından reddedildi (17 Eylül 1849)."2 

O dönemde Osmanlı'ya sığınan Macar hürriyet savaşçılarından biri de, Lajos Kossuth idi. 15 Mart 1848'de hürriyet için ayaklanan Macarların başına geçen Lajos, Rus çarının Avusturya ile ittifakı karşısında yalnız ve çaresiz kaldı. 17 Ağustos 1849'da ülkesini terk eden Lajos, Şubat 1850'den Ağustos 1851'e kadar Kütahya'da oturdu. Lajos, Kütahya'da kendisine tahsis edilen ve bugün mühim hatıraları saklayan müze-ev olarak kullanılan mekânda kalırken, 10-12 saat çalışıyor, İstanbul'daki İngiliz ve diğer büyükelçilere mektuplar gönderiyordu. Macaristan'ın yeni anayasasını yazdığı bu evde, bir yandan da Türkçe öğreniyordu. Hattâ sonraları bir de Türkçe dilbilgisi kitabı yazdı. Türkiye'ye sığınan Lajos'u bütün baskılara rağmen Osmanlı, o zor şartlarda geri teslim etmemek için direndi. Sultan Abdülmecid, bütün tehdit ve baskılara rağmen, Ruslara ve Avusturyalılara: "Bana sığınan bir Macar için 50 bin Osmanlı askeri feda ederim, yine iade etmem." diyerek Macar hürriyetperveri korumuştu.

Kendi içinde siyasî ve ekonomik birçok problemle boğuşmasına, hattâ milliyetçi ayaklanmalarla mücadele etmesine rağmen, Osmanlı'nın Macar mültecileri Rusya'ya teslim etmemekteki kararlılığı, liberal Avrupa hükümetleri ve kamuoyu tarafından coşkulu bir şekilde desteklendi. Bu durum, Rusya ile Osmanlı arasında 1853 yılında başlayan ve tarihe "Kırım Harbi" olarak geçen büyük savaşta İngiltere, Fransa ve İtalya birliğini kurmak isteyen Piyomento'nun Osmanlı'nın yanında yer almalarına zemin hazırladı. Avrupa devletlerinin -her ne kadar kendi çıkarlarını korumak için de olsa- Osmanlı'nın yanında yer aldığını gören Rusya, "Mülteciler Meselesi"nde geri adım atmak zorunda kaldı. Osmanlı topraklarına yerleşmek isteyen mültecilere gerekli iznin verilmesi, devlet hizmetine girenlerin Müslümanlığa geçmeleri ve arzu edenlerin istedikleri ülkeye göç etmeleri konularında uzlaşmaya varıldı.

Tarihin şahitliğinde görüleceği üzere, Osmanlı'yı büyük devlet hâline getiren ve idare ettiği o koca coğrafyada huzuru, barışı ve emniyeti temin etmesini sağlayan husus; hakka hürmet, hukuka teslimiyet ve adalete saygıydı. Zihinlere kazınan, kalblere nakşedilen bu yüksek idrakin yanında, insanların maddî-mânevî bütün ihtiyaçlarına cevap verilmeye çalışılmıştır. Fethullah Gülen Hocaefendi, Devlet-i Âliye'nin bu idare şeklini, İslâmiyet'in başlangıcındaki döneme benzetmekte ve dış dünyada zulme uğrayan insanların gelip Osmanlı'nın sıyanetine, şefkatine sığınmalarını ve Osmanlı idaresi altında yaşayan reayadan (halktan) hiçbirinin de hâlinden şikâyet etmemesini, bu durumun en açık delili kabul etmektedir.

Osmanlı'nın yükseliş döneminde, topraklarımız 20 milyon kilometrekareyi, nüfusumuz da 30 milyonu aşıyordu. Buna karşılık o koca devletin sınırları içinde yaşayan Türklerin nüfusu, 11 milyonu geçmemekteydi. Osmanlı'nın, hem kendinden sayıca çok daha fazla olan, farklı din ve etnik gruplara mensup milletleri huzur ve barış içinde idare etmesi, hem de dünya ile yaka paça olması, üzerinde hâlâ düşünülen bir mevzudur. Vaktiyle Osmanlı'nın bir eyaleti veya bir vilâyeti konumunda olan bazı ülkelerde, hâlihazırda yaşanan istikrarsızlıklar, çatışmalar göz önüne alındığında, bunun önemi daha iyi anlaşılır. Öyle görülüyor ki, hakkaniyet ve adaletin esas alınması, zor şartlar altında bile mazlumlara sahip çıkılması, Osmanlı'nın başarısının sırlarındandır. Bugüne bakan yönüyle, bu yaşananlar hem ecdadımızla iftihar etmemize, hem de vaktiyle yardım ve himaye ettiğimiz milletlerle sağlam münasebetler kurmamıza vesile olmaktadır. Büyük bir devlet olma yolunda ilerleyen ülkemiz, aynı hislerle mağdur toplumlara yardım elini uzatmakta ve ecdadımızdan miras kalan mühim bir fonksiyonu yerine getirmektedir.

#

GENEL BİLGİLER

Geyve Otobüs Saatleri

Geyve Otobüs Saatleri

Geyve - Adapazarı, Adapazrı Geyve Otobüs sefer tarifesi. Geyve otobüsü kaçta kalkıyor? Adapazarından son Geyve Otobüsü, Sefer tarifesi, geyve koop otobüs